Sokağa çıkıp yürümeye başladığımızda her on metrede bir görünmez bir duvara çarpıyoruz. Bize çarpan toplum, devlet ve düzenin gizli duvarlarıydı. Kafamızla vurduğumuz her duvar, her on metrede bir bize itaati, uysallığı, disiplini, korkuyu ve teslimiyeti hatırlatır. Fiziki bir hapishanede olmasak bile hepimiz görünmez bir hapishanenin içindeyiz. Kanunların, tabuların, adetlerin ve kuralların görünmez duvarlarıyla çevrili sistemin büyük hapishanesinde…
Hapishanesiz, polissiz olmaz diyoruz. neden? Çünkü rejim kafamızda bir hapishane kurdu. Polis de başımızda. Bizi polisimiz yapan sistem, kendimizi kontrol ediyoruz. İş yerimiz hapishaneye döndü, ikili ilişkilerimiz de öyle. Partimiz, sendikamız, her şeyimiz hapishane. Hiçbir zaman özgür olmadık. Bu nedenle cezaevleri ve polis olmadan sistemin olamayacağına inanıyoruz. Bu fikrin asla gerçekleşmeyecek bir ütopya olduğunu varsayıyoruz. Çünkü bize böyle öğrettiler.
Neden aksini düşünmüyoruz? Yüzlerce ve binlerce yıl boyunca sistem bize bu şekilde düşünmeyi öğrettiği için beynimiz zayıfladı. Düşünme yeteneğimiz, sistemin çizdiği düşünme sınırlarıyla birleşir. Bu nedenle sınırları aşarak özgür düşünemiyoruz. Neden olmasın diye düşünemiyoruz. Karşı çıktığımız sistemin kurumlarını savunduğumuzun farkında bile değiliz.
Özgür bir insanın yasası özgürlük, eşitlik ve kardeşliktir.
Anarşist bir toplumda ne hapishaneler ne de polis vardır. İnsanlar “Seni özgür bıraktım” der. Onu zorla kendi yetkiniz altına alamazsınız. Normal bir insan polis ve hapishane olmadan yaşayamayacağını ve bunun büyük bir kaosa yol açacağını düşünür. “Polis ve hapishane olmadan olmaz!” diyenlere soruyorum: Peki, cezaevleri ve polisin varlığı “suç”u önlüyor mu yoksa önlüyor mu? Tarihin hangi döneminde hapishaneler boştu? Bu kadar kanun ve polis varken cezaevleri neden dolu? Kanunlar ve hukuk sistemi, bireyin haklarını güvence altına alıyor gibi görünse de, özünde onları koruyan sistem ve devlettir. İnsanlık binlerce yıldır polis ve hapishanenin olmadığı ilkel bir komünal toplumda yaşadı.
Kropotkin’in dediği gibi: Toplumda belirli ahlaki standartlar nasıl korunabilir?gEğer öyleyse, burada aynı sAh olur. Sık sık varsayıldıgPolis, mahkeme vb. O da teşekkür ettigonları boykot etgToplumda ahlak korunur. Uzun zaman önce kabul ettikskedis insanlar dagBir şehir miydi? sSöylemek güzel: “Toplumda ne kadar çok yasa varsa, o kadar çok suç.”[1]
İnsanın koşulları değişip özgür insan formu ortaya çıktığında, insan kendi evrim çizgisinde ve yeni koşullarında gelişecektir. Bu yeni tür özgür insan kendini aşacaktır. Özgür bir insanın tek bir yasası olacaktır: özgürlük, eşitlik ve kardeşlik.
Öte yandan eşitlik olmadan özgürlük de olmaz. Özel mülkiyetin olduğu bir toplumda gerçek özgürlük ve eşitlik olmaz.
Proudhon, özgürlüğü başkalarına zarar vermeyen her şeyi yapma hakkı olarak tanımlar.[2]
Gerçek özgürlük, bir tiranın yerini bir diğerinin aldığı, bir baskıcı hükümetin yerini başka bir baskıcı hükümetin aldığı bir yapıyla gelmez. Bilakis gücü halka vermekten ve demokrasiyi doğrudan uygulamaktan gelir.
Özgürlük getireceğim diyerek bir avuç özgürlüğü yok edemezsiniz. Hayatta kalabilmek için eski sistemden farklı olmalısınız. Reel sosyalist devletlerin çöküşünün ana nedeni buydu: kitleler sisteme olan inancını kaybetti. Çarlık hapishanelerinden çıkanlar iktidara geldi ve ertesi gün diğerlerini hapse gönderdiler. Bu nedenle cezaevleri hiçbir zaman boş kalmadı.
Eski sistemin kurumlarını devralarak yeni bir sistem oluşturamazsınız. Bürokrasi devreye girdiğinde, yolsuzluk kaçınılmazdır. Bu durumda yeni bir elit oluşumu kaçınılmazdır. Parti bürokrasisinin elitleri de yönetime hakim olacaktı. O zaman yeni temeller oluşturmanız gerekecek. Bu kurumlar aynı zamanda sivil olmalıdır. Örgütler, dernekler ve kooperatifler gibi. Profesyonel ordu yerine halk ordusu, polis teşkilatının olmadığı, güvenliğin toplum tarafından sağlandığı, hapishanelerin olmadığı, sadece gönüllü tedavi ve psikolojik yardım kurumlarının olduğu bir sistem.
Örneğin, neden Hollanda ve İsveç cezaevlerini birer birer kapatıyor da, fakir “Üçüncü Dünya” ülkelerinde cezaevleri kapasitelerinin iki veya üç katı kadar mahkumla dolu? Bu, sosyo-ekonomik koşullar ve toplumsal yapı ile ilgilidir. Çünkü kapitalist de olsalar İsveç ve Hollanda işsiz vatandaşlarının masraflarını karşılayan sosyal yardım alan ülkeler. Belli bir geliri olan biri neden “suç” işliyor? Ayrıca, özel mülkiyetin olmadığı ve herkesin eşit olduğu sınıfsız bir toplumda, çoğu insan topluma karşı bir “suç” işlemeyi düşünmez bile. Hollanda ve İsveç gibi özel mülkiyetin var olduğu kapitalist ülkelerde bile bu kısmen başarıldı ve cezaevleri birer birer kapatılıyor, özel mülkiyetin, sınıfların, özgürlüğün olmadığı eşitlikçi bir toplumda hapishaneler neden tamamen kapatılmıyor? sömürü?
Binlerce yıldır insanları hapse atıyoruz, peki neden insan sayısı azalmıyor da artıyor? Yani bu sistem çalışıyor. Neden insanlar ceza tehdidiyle “suç” işlemekten çekinmiyorlar? Çünkü “suç”u ve “suçlu”yu üreten sistemin kendisidir.
Norveç. Finlandiya gibi bazı ülkeler cezaevlerini daha yaşanabilir, insani yardım ve rehabilitasyon merkezleri haline getirmeye çalışıyor. Ama yine de bir hapishane. Bir insanı özgürlüğünden mahrum bırakmak, onu beş yıldızlı bir otele koysanız bile en ağır cezadır. Hapishane fikrinden vazgeçmek gerekiyor.
Ancak topluma karşı “suç” işleyenler bu fiilleri işlemekte özgür olacak mı, yoksa herhangi bir ceza uygulanmayacak mı? Suçlular hapse atılmayacak ama onlara psikolojik olarak yardımcı olacak kurumlar olabilir. Topluma karşı davranışlarını sürdürürlerse toplumdan bir süreliğine veya tamamen soyutlanabilirler. Ama şiddet kullanarak ya da onları hapse atarak değil, bu hiçbir sorunu çözmez. Ayrıca toplum örgütlü bir toplum olacaktır. İnsanın en önemli doğal hakkı, varlığını savunma hakkıdır. Dolayısıyla hapishane polis olmayacak ama bu herkesin istediğini yapabileceği kaotik bir ortam olacağı anlamına gelmiyor. Mahkemeler yerine, belirli bir cezai yetkiye sahip olmayan sorun çözme kurulları oluşturulabilir.
Amerika’daki bazı ülkelerde olduğu gibi, örneğin Brezilya’da, iki taraf arasındaki sorunları çözmek için adli sistem altında çalışan psikologlar da dahil olmak üzere bu türden bazı komisyonlar var. Bu kurullar ve komiteler, sorunları suç yoluyla değil, barışçıl yollarla çözmeyi amaçlıyor. Buna “onarıcı adalet” denir.
Ayrıca toplumun bilinçaltı yavaş yavaş değişecek ve yeni bir toplum ortaya çıkacak, yeni bir insan ortaya çıkacaktır.
Kropotkin’e göre hapishaneler, tutsağı aşağılayan, kişiliğini alçaltan, ruhunu çarpıtan, içsel gücünü yok eden, onu kontrol edenlerin elinde itaatkar hale getiren, insanlığa ve özgürlüğe aykırı kurumlardır. Cezaevleri ise hükümlünün yanı sıra çevresindekileri de cezalandırmaktadır. Öte yandan, olumlu bir işlevi yoktur. Hükümlü terbiye etmez, eğitmez, suçu caydırmaz. İyi bir örnekmiş gibi gündeme getiriliyor, halbuki gerçekte cezaların en vahşisi bu. Aslında hapishaneler suç okullarıdır. Suçu önlemenin en iyi yolu ahlaki baskı ve suçluyu sosyal izolasyonla cezalandırmaktır.[3]
Foucault, disipliner gücün, birincil işlevi “eğitmek” olan, daha doğrusu, insanlardan bir şey sızdırmak ya da çekip almak yerine, daha büyük miktarlarda bir şeyi sızdırmak ya da çekip çıkarmak için disipline etmek olduğunu ileri sürer. [4]
Tutuklulara her gün hapishanedeki eşya muamelesi yapıyorlar. Devlet, tutukluları hedef gibi hissettiriyor, onları bir tür “eğitim” içerisine sokuyor ve üzerlerinde disiplin yetkisi uyguluyor. Cezaevindeki mahkumlara kendilerini değersiz ve sıradan hissettiren turuncu gibi renklerde üniformalar ve üniformalar veriliyor. Bu aynı zamanda “psikolojik baskı”dır. Kendi suretinde giyinmiş bir mahkum gördüğünde, hapishanede olduğunu hatırlıyor. Tutukluları hücrede bile 24 saat gözetliyorlar ve onlara her an izleniyormuş hissi veriyorlar. Her şey mahkumun değersizleştirilmesine ve “eğitimine” dayanmaktadır. Ancak sistem asla mahkumu kazanmayı amaçlamaz. Amaç, mahkumu cezalandırmak, intikam almak ve topluma kötü örnek olmaktır. Hatta bence “disiplin”in ve disipline edici gücün özü de bu.
Görünmez hapishaneler
Hapishaneler toplumdur ve devletin bir suçluyu ıslah etmesi değil, “suçlu”dan intikam almasıdır. Aslında cezaevinin görevini yapmadığını toplum da devlet de biliyor. Ama hapishane bir sembol, intikam ama aynı zamanda dışarıdakiler için bir tehdit; Bu şekilde her an hapse atılabilecekleri mesajı verilmiş olur. Hapishaneler sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda görünmeyen hapishaneler de var. Her yasa bir hapishanedir, her tabu, kural ve gelenek. Görünmez hapishaneler bizi görünmez duvarlarla çevrili hücrelerimize hapsediyor.
Sokağa çıkıp yürümeye başladığımızda her on metrede bir görünmez bir duvara çarpıyoruz. Bize çarpan toplum, devlet ve düzenin gizli duvarlarıydı. Kafamızı çarptığımız duvar, her on metrede bir bize itaati, uysallığı, disiplini, korkuyu ve teslimiyeti hatırlatır. Fiziksel olarak hapishanede olmasak da hepimiz görünmez duvarları olan bir hapishanenin içindeyiz. Kanunların, tabuların, adetlerin ve kuralların görünmez duvarlarıyla çevrili sistemin büyük hapishanesinde…
Victor Serge’nin ironik sözleriyle, “İşi ölümcül ve insani atık yaratmak olan bu mekanizmanın dibine iniyoruz. Ve anlıyoruz ki;”Modern hapishaneler daha mükemmel olamaz. Onları yok etmekten başka yapacak bir şey yok, çünkü onlar mükemmel.”[5]
Erol Anar
15 Mart 2017
Parana Brezilya
dipnotlar
[1] Kropotkin: “The Grab of Bread”, diğer yayınlar, birinci baskı, 2007, Ankara.
[2] PJ Proudhon: “Makaleler”, Çev: M. Tüzel, Bireysel Yayınlar, Birinci Basım: Temmuz 1992, İstanbul, s. 16.
[3] Kropotkin, http://nedir.antoloji.com/
[4] Michel Foucault: “Hapishanenin Doğuşu”, Image Library, Temmuz 1992, Ankara, s. 213.
[5] Victor Serge: The Insiders, çeviren: Gülen Aktaş, Ayrıntı Yayınları, 2015, İstanbul.
Gundem Haberleri
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın