medyauzmani.com
Siyasal İslam ve Sefalet – Gundem Haberleri – Gündem Haberleri

Siyasal İslam ve Sefalet – Gundem Haberleri

Siyasal İslam veya Acil Durum Getirmek!

aklıma şikayet geldi

Devlet ve toplum artık dini tepkilerle kuşatılmıştır. Bunun nasıl mümkün olduğuna ve buraya neden ve nasıl geldiğimize dair birkaç hatırlatma, içinde bulunduğumuz sefil durumu netleştirmeye yardımcı olabilir.

Siyasal İslam

  1. Din, kapitalizm öncesi toplumsal oluşumların/devletlerin ana bileşeni olmasa bile baskın ideolojisiydi. Batı Hristiyan toplumlarında, egemen geleneksel ideoloji olan dinin etkisi, Aydınlanma ile birlikte tarih sahnesine şu ya da bu biçimde eş zamanlı olarak çıkan modernite ve kapitalizm devrimi ile azaldı. Burjuvazi gücünü dayatmak için eski sisteme [Ancién Régime] Dine ve onun geleneksel düşüncesine karşı doğrudan bir mücadele vermiş ve dini etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. senin dinin [Klisenin] Devletten ve ruhban sınıfından ayrı bir varlığı vardır. [Clergé] İşçi sınıfının sömürücü bir sınıf olarak ezilmesi, burjuvazinin işini kolaylaştırdı. Burjuva devleti, genel bir çerçeve içinde laik bir düzen varsayar.
  1. Hıristiyan Batı’nın aksine Osmanlı Devleti ve İslam coğrafyasında devlet aygıtının merkezinde din vardı. İslam baştan beri devlet dini olarak ortaya çıkmıştır. İmparatorluk, kapitalizmin etkisi altına girip yarı-sömürge hale geldiğinde, sınırlı da olsa laik bir yol izleyecekti. Nitekim Tanzimat, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde dinin etkisi nisbeten azalmıştır. Ama Türkiye’de değil. Eski sistem Egemen geleneksel ideolojisinin önemli bir bileşeni olan dine karşı bir mücadele de yoktu. “Aydınlanma” ve modernlik devrimi gerçekleşmedi… Dolayısıyla cepheden karşı karşıya gelmek mümkün olmadı… Çünkü ülkemizdeki “yenilenme hareketi”nin öncelikli hedefi; Eski sistem Yok etmek için değil, yaşamak için. Bu vesileyle hatırlatılmalıdır. İslam dini [din] İmparatorluğun hakim ideolojisinin önemli bir bileşeni olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu sadece dindar bir devlet değildi. Dövüş eşyaları/malzemeleri önemsiz değildi.
  1. Cumhuriyetle birlikte laik çizgi pekişti. Dinin devlet ve toplum hayatındaki önemi azalmış, ancak din bir kurum olarak devlet aygıtında varlığını sürdürmüştür. Başlangıçta din kontrol altına alındı ​​ve etkisiz hale getirildi. Ancak devletin göbeğinde Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurumun bulunması laiklik tanımına uymamaktadır. çünkü her neyse, Sen dine karışırsan, din de sana karışır.. Bu nedenle sistem hiçbir zaman tamamen “laik” olmadı. Sonuç olarak, yarı laik bir sistem vardı.
  1. Öyleyse bir sonraki noktaya gelebiliriz: Dindarlık, devleti ve toplumu kuşatmayı neden ve nasıl başardı? Siyasal İslam nasıl iktidara geldi? Bunun iç ve dış nedenleri vardı. Türkiye’deki mülk sahibi sınıflar, yalnızca 1920’lerde ve 1930’larda üretilen resmi ideoloji temelinde yönetemezdi. Din gericilerinden yardım istemekten kendilerini alamadılar. İkinci Emperyalist Savaş’ın sonunda Türkiye’nin tercihi “özgür dünya” kampında olmaktı ve ardından NATO’ya katılınca dine yaklaşımı kökten değişti. Bu aşamadan sonra ilerici, demokratik, solcu, sosyalist, sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı hareketlerin yükselişini engellemek hem Türkiye’deki mülk sahibi sınıfların hem de NATO cephesinin ortak çıkarına oldu.
  1. İngiliz Oryantalistler, İslam sömürgelerindeki sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketlerini etkisiz hale getirmek için ilk kez siyasal İslam’ı icat ettiler. Buna göre, “Müslüman ancak İslam devletinde yaşayabilir”… Sömürgecilik karşıtı hareketi engellemek için din bu nedenle istismar edildi ve ilk meyvesini Hindistan Yarımadası’nı Hindistan ve Pakistan’a bölerek verdi. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Mevdudi hareketinin Hindistan’da yaptığına benzer bir şey yaptı. [İhvan-ı Müslimin’ aracılığıyla yapmak istemişlerdi. İhvan-ı Müslimin, Mısırda İngiltere karşıtı anti-kolonyalist, seküler, laik, ilerici, sosyalist hareketleri etkisizleştirmek üzere sahaya sürülmüştü.

 

  1. İkinci emperyalist savaş sonrasında ABD, tartışmasız bir hegemonik güç haline geldi. Dini (İslam’ı) araçlaştırma ve kullanma işini İngiltere’den devraldı. Elbette bu İngiliz etkisinin sıfırlandığı anlamına gelmiyordu… ABD, iki nedenle dini kullanmayı amaçlıyordu: Müslüman Üçüncü Dünya ülkelerinde solun, sosyalist ve komünist hareketlerin, demokratikleşmenin önünü kesmek, etkisizleştirmek. Ve dini Sovyet Sistemini kuşatmak amacıyla kullanmak. Nitekim, ünlü “Yeşil Kuşak Doktrini” bu amaçla peydahlanmıştı. İşte bu gerekçelerle dinci hareketler desteklendi. Geride kalan dönemde Suudi Arabistan dinci gericiliğin ihraç merkezi işlevi gördü. Dinci kurumları ve hareketleri desteklemek üzere milyarlarca dolar harcandı. Sadece Müslüman ülkelerde değil, dünyanın her yerinde, Cami İnşası, dinci kültür merkezleri, yayınlar, dinci kadroların yetiştirilmesi, fetvacı üretimi, gazete, radyo, televizyon. vb. için devasa kaynaklar seferber edildi. Bir fikir vermek için, sadece Avrupa’da Cami, dinci kültür merkezi, din adamı, dinci yayınlar, gazete ve televizyon, vb. için 45 milyar dolar harcandığı söyleniyor…

 

  1. Emperyalist savaşın ardından Türkiye’de “çok partili sisteme” geçildi. [aslında birden çok devlet partisinin kurulmasına izin verilmişti… Gerçek anlamda bir çok partili sistemi söz konusu bile değildi. Sosyalist/işçi partilerinin kurulması yasaktı. Düşünce (ifade)özgürlüğü yoktu]. Oy kaygısı laikliği kolaylaştırdı. İlerleyen dönemde irticacılığa destek sistemli bir devlet politikası haline geldi. İmam-hatip okulları ve ezber kursları açıldı, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan kaynaklar sürekli artırıldı, devlet solu engellemek için anti-komünist dernekler kurdu, ardından dini siyasi partilerin kurulmasının önünü açtı. 1971’de, 12 Mart 1980’de, 12 Eylül’de ABD askeri darbeleriyle solu ezmeyi başardılar. Artık dini gericiliğin yolu sonuna kadar döşenebilir ve açıldı… 12 Eylül darbesiyle birlikte resmi ideolojinin “Türk-İslam Sentezi” adı verilen yeni bir versiyonu ortaya çıktı. Bu arada Suudilerle ilişkiler pekişti. Dini tepkiyi körüklemek için giderek daha fazla petrodolar akmaya başladı. Öyle ki Türkiye’nin dış temsilciliğindeki imamların maaşları bile Suudilerin işi olan Lig teşkilatı tarafından ödeniyordu.
  1. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu perişan durumun arkasında önemli bir şey vardı: 24 Ocak kararları ile Yeniden sınıflandırma seçilir. Ulusal kalkınmacılığa elveda denildi. O tarihten sonra ekonominin temelleri aşınmaya devam etti. Yeniden sınıflandırmayı seçmek, ekonomik kararları dışarının ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirmek anlamına gelir. Ekonominin performansı “dışarıdan güdüleniyor/belirleniyor. Ekonominin iç bütünlüğü ve uyumu yok oluyor. Her sektör dışarıdaki gelişmelere göre şekilleniyor/şekilsizleşiyor… AKP’nin 15 yılı boyunca komprador süreç daha da derinleşti. Bağnazlığın dayattığı neoliberal politikalar Ekonomik temel artık tamamen aşınmış ve sürdürülemez durumdadır.Bu nedenle, günümüzdeki ekonomik, sosyal ve kültürel iflasın, dini gericiliğin ve dayanışmanın müdahalesinin bir sonucu olduğu unutulmamalıdır.
  1. Politik İslamcıların ekonomik/sosyal bir programı veya politik ekonomisi yoktur. Özgürlük, demokrasi ve toplumsal eşitliğin fanatik düşmanlarıdır ve siyasal İslam kadınlara hakarettir. Dünyayı anlamlandıramayanların işleri alt üst etmesi de şaşırtıcı olmasa gerek. Mısır’da Mursi liderliğindeki Müslüman Kardeşler bir yıl bile iktidarda olmadı. Çünkü engelliler. Sonunda bir askeri darbeyle devrilseler de onları asıl uzak tutan darbe öncesi güçlü muhalefet hareketi, halk ayaklanmasıydı. Topluma olumlu bir şey sunma yeteneğine sahip değiller. Çünkü bugünün sorunları yedinci asrın aklıyla çözülemez. Ancak bir şeyi iyi yapacaklarından eminler: bütçeyi, hazineyi ve ortakları yağmalamada hiç kimse bu İslami grupla rekabet edemez. 15 yıldır talan edilmeyen, talan edilmeyen bir şey bırakmadılar. Kitaplarda yazılı ahlak, sorumluluk duygusu, değer ölçüsü, standart ve standart yoktur. Ama can sıkıcı bir çelişki var. Bütün bunları din ve İslam adına yaptıklarını söylüyorlar. Son tahlilde din de bir ideoloji olduğuna göre, İslam’ın ne olduğu onu kimin nasıl yorumladığına bağlıdır.bu islam değil“demenin bir anlamı yok!
  1. Sözde “Arap Baharı”ndan sonra “neo-Osmanlıcılık”ın damarları kabardı. 21. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma hayallerine ve kuruntularına düşmüşlerdir. Ancak bu dünyada bir tersine dönüş olsaydı, bunu “atalarımız” dedikleri Osmanlılar yapardı. Nitekim imparatorluğun temeli, hem sistemin iç çelişkilerinin hem de hızla yükselen kapitalizmin etkisiyle aşınıp otoritesini kaybederken, “çözümünü arkasında aramaya” çalışmış, geri dönmek istemişlerdir. başlangıçtaki duruma, tarihte geri dönüş olmadığını anladılar ama şaşılıktan kurtulamadılar. İmparatorluğun çöküşünü engelleyemediler. Engellemeleri mümkün olmadı… AKP kadrolarının neden böyle bir baskıya kalkıştığı sorulacak olursa, neo-Osmanlı safsatasının kendisini ve onlara oy verenleri kandırmasıdır. Arkamızda ‘şanlı bir geçmiş’ vardı ve o şanlı geçmiş yeniden dirilecek… Geçmişi diriltme fikri eşyanın doğasına aykırıdır. Olmayan dualara amin demektir… Ama bu iş bin odalı kocaman saraylar yapmak, her mahalleye kocaman camiler yapmak, bütün okulları imam-hatip atölyesi haline getirmek, her yere Osmanlıca isimler vermek ve her şeyi, her yiyeceği ve her elbiseyi helal olarak sınıflandırmak…vb. Ve talan, talan, lüks ve israfı Osmanlı sembollerini ve din ticaretini kullanarak önüne koyarak derinleştiriyor muydu? Tabii iktidara geldiklerinde durum pek iyi değildi ama artık her şeyi geride bıraktılar. Her şey kontrolden çıktı ve tam bir yıkım ve çöküş tablosu ortaya çıktı. Ekonomi (sanayi ve tarım), eğitim, sağlık, sosyal yaşam, dış politika, kültür, sanat, doğal çevrenin tahribatı başta olmak üzere her alanda, kısacası… 15 yılda tam bir iflas tablosu ortaya çıktı”Acil durumu normalleştirin Başardılar. Doğru, ne kadar neşeli olurlarsa olsunlar… Ancak radikal bir halk hareketi, ne yaptığını bilen bir muhalefet ülkeyi bu bunalım tablosundan çıkarabilir ve bu da mümkündür…

Gundem Haberleri

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

Yorum yapın