medyauzmani.com
Roman: Yemek, içmek, dans etmek ve uyumak için yaratılmış bir halk – Gündem Haberleri

Roman: Yemek, içmek, dans etmek ve uyumak için yaratılmış bir halk

Romanlar beş bin yıllık insanlık tarihi boyunca hiçbir zaman devlet kurmamış, egemenlik kurmamış, kendi kültür anlayışlarını diğer mazlum halklara empoze etmemiş ve savaşmamıştır. Tıpkı bugün olduğu gibi, çeşitli devlet ve yöneticilerin egemenliği altında, aşağılanmayı, aşağılanmayı, sürgünü ve zulmü kabul ederek ama sonuna kadar direnerek medeniyetlerini sürdürmeye çalıştılar.

Bakara Suresi’nin 258. ayetinde şöyle bildirildiği gibi: İbrahim, putları devirip Allah’ın birliğini ilan ettiğinde, “putlar” onu cezalandırmak için hapsederler. Vali Nemrut Hertz. İbrahim’i huzuruna alır ve neden ona secde etmediğini sorar? Hz. İbrahim dedi ki: Ben beni yaratan Allah’tan başkasına secde etmem. Rabbim, dirilten ve öldüren Allah’tır. cevabı verir. Kur’an’da dediler ki: Onun (İbrahim) için bir bina yapın ve onu hemen ateşe atın. sipariş verdi Bunun üzerine Nemrut halkı dev bir mancınık yaparak İbrahim’i ateşe atar. Enbiya Suresi’nde: Ey ateş! İbrahim’e sessiz ve huzurlu olmasını söyledik. Bu yüzden onu tuzağa düşürmek istediler ama biz onları daha da beceriksiz hale getirdik. Efsaneye göre İbrahim’in mancınık atışı sırasında melekler bu duruma engel olmuşlar ve melekleri kovalamak için biri kız biri erkek iki erkek kardeş mancınıkla ensest yaşayarak ateşe atılmasını sağlamışlardır. Şeytan’ın önerisi. ‘Çingene’ olarak bilinen bu halkın ‘Qin’ ve ‘Jin’ adlı kardeşlerin cinsel birleşmesinden türediği efsanesi biz uygar dünyalıların da görüşünü oluşturmaktadır.

Roman ya da çingene, elek, alışverişçi, esmer dediğimiz bu halkın oğulları kendilerini izole ederek de olsa kalabalığın içinde var olma çabalarını sürdürüyorlar.

Danslarını taklit ettiğimiz, müziğinden keyif aldığımız bu kişileri ön yargılarımızın acımasızlığına başvurarak kabul etmeyi asla tasavvur edemezdik. Çingeneler tarafından çocukların kaçırılması. Parçalananlar, dilenciler, hırsızlar, esrar satıcıları, çingenelerle seks yapanlar, kiremitler eriyene kadar yıkanmalı… Tiksinti ve korkular yüzyıllardır bilincimize kazındı ve bunu asla gerekli görmedik. düşünmeye, anlamaya ve sevmeye çalışın.

İnsanlığı oluşturan tarihsel gelişmelere baktığımızda iki farklı olguya tanık oluyoruz. Bir yanda demokratik yapılanması, kültürü ve bilimi ile devlet yapısı içinde gelişerek tarih boyunca devamlılığını sürdürmüş halklar, diğer yanda kitapların korktuğu medeniyetin dibindeki insanlar. aşağılanmanın, lanetlenmenin ve ötekileştirmenin sonucu olarak tanımlar.

İki bin yıllık Hitit uygarlığı Truvalılar ve Lidyalılar din değiştirmeye karşı çıktıkları için mi yok oldu, yoksa değişikliği kabul etmeleri sonucu başka bir halkın adını mı aldı? Sümer uygarlığını devam ettiren “Sami ırkı” ve “Arap halkı”nı bugün de Almanlar “Almanlar”ı, Hollanda ve Danimarka halkları ise “Gotlar ve Vizigotlar”ı sürdürdüler. Tarihsel akış ve insan bilinci ile ters orantılıdır ve “Çingene” halkı bu anlayışı bozmuştur.

Roman göçünün 5. ve 11. yüzyıllar arasında Hindistan’dan İran’a çeşitli dalgalar halinde gerçekleştiği ve asıl yayılmanın buradan batıya ve güneye doğru olduğu görüşü halen geçerliliğini koruyor. İki kola ayrılan bu göç dalgasının bir kolu Suriye ve Ermenistan üzerinden Anadolu’ya olmuştur. Türkiye’ye geliş tarihleri ​​kesin olarak bilinmemekle birlikte Romanlarla ilişkilendirildiği bilinen ve kabul edilen ‘çocuk ailesi’nin 820-830 yılları arasında Araplar tarafından Bizans İmparatorluğu sınırlarına sürgün edildiği sanılmaktadır. Ermenilerle temas kurdular. Bazı beşiklerin 1071’den önce Ermenistan’dan Anadolu’ya taşındığına inanılıyor. Bizans tarihçisi Nichephoros Gregoras’ın 1322’de Çingene cambazlarının Konstantinopolis’e gelişini kaydettiği ve hatta bu tarihten önce bu şehirde demircilerin ve hanım evladıların bulunduğu da kaydediliyor. 10. yüzyıl Bu bilgiler doğrultusunda Romanların Anadolu’ya 19. ve 15. yüzyıllarda girdiğini söylemek mümkün görünmektedir. Ortaçağ tarihçilerinin verdiği bilgilere göre Çingenelerin Anadolu’nun Timur tarafından fethi ile Avrupa’ya geçmeye başladıklarına inanılıyor. 14. yüzyıldan sonra Avrupa’da Roman gruplarının “Türk” kelimesini kullandıkları bilinmektedir. Anadolu’dan Avrupa’ya göç eden Romanların 20. yüzyılın başlarından itibaren siyasi ve ulusal olayların yükselişiyle geri döndükleri kaydedilmektedir. Avrupa ülkelerinin yöneticileri 15. yüzyıldan sonra Romanları “Türk ajanı” olarak görmeye başlamışlar ve onları tutuklamak ve hatta öldürmek için kanunlar çıkarmışlardır.

6 Aralık 1942’de Alman SS komutanı Himmler, “topyekun imha” için bir kararname çıkardı. Auschwitz gibi toplama kamplarında, kirli yabancı kanı Avrupa’ya geri getirdikleri gerekçesiyle laboratuvarlarda öldürüldüler. Almanya hariç, Naziler Fransa’da on beş bin, Polonya’da otuz bin ve Macaristan’da yirmi bin Roman’ı yok etti. Kendilerini “medeni toplum” olarak gören Avrupa ülkelerinin Roman soykırımına karşı ses çıkarmaması tesadüf değil. 1923 Lozan Barış Antlaşması’na göre, 30 Ocak’ta Türk ve Yunan nüfus mübadelesine ilişkin bir sözleşme ve on dokuz maddelik bir protokol imzalandı. Sırp-Hırvat ve Sloven devletleri de Lozan Antlaşması hükümlerini 24 Temmuz 1923’te imzaladılar. Bu anlaşmalar çerçevesinde 1924 Ekim ayı sonuna kadar sadece Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilen göçmen sayısı üç yüze ulaştı ve yetmişbin. Gönderilen göçmenlerin büyük çoğunluğunu Romanlar oluşturmuştur. Türkiye’de kendilerine “Roman” diyen bu kişiler, Lozan Antlaşması hükümleri uyarınca Avrupa’dan Türkiye’ye gönderilen Romanlardır.

Farklı etnik ve kültürel topluluklar ancak varlıklarını inkar ederek yeni ülkenin vatandaşı olabilirler. Yeni Cumhuriyet kadrosunda yer alan Şükrü Kaya. “Bu topraklarda yaşayan Türk olmayanların birinci vazifesi Türklere köle olmaktır.” Söz, asimile olmayı kabul etmeyen halkları vatansızlaştırdı ve çingenelerle ortak bir kaderi paylaştı: Sonsuza dek göç etmek! Yakın zamana kadar Türkiye’deki Romanlara “Kıptiler” deniyordu. Erzurum, Artvin, Bayburt, Erzincan ve Sivas Çingeneleri için “Poşa”, Van, Hakkari, Mardin ve Siirt Çingeneleri için “Mutreb” ve Orta Anadolu Romanları için “Elekçi” adları yörelere göre farklılık göstermektedir. Resmi yazışmalarda “esmer” tanımı kullanılırken, Akdeniz bölgesinde “arabanın sürücüsü” olarak tanımlanmaktadır. Ankara’daki Romanlar, yöre halkı tarafından “Tepper” olarak bilinir. Adana’da yankesicilik suçuyla uğraşan çingenelere “Kunu” denir. Trakya bölgesindeki Romanlar kendilerine “Roman” diyorlar. Romanlar müzikle uğraşırlar ve Marmara ve Ege bölgelerinde yaşarlar.

Osmanlı döneminde Romanların konumu

Romanlar göçebeliği bir yaşam biçimi olarak benimsedikleri için Osmanlı Devleti onlardan vergi toplamakta güçlük çekmiş ve yeni fethedilen milletlerden topraklar vererek bu insanları zorla da olsa istikrarlı bir topluluk haline getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa ülkelerini işgali sırasında asıl amacının Romanları yerleşik hayata alıştırmak dışında sınır muhafızı olarak kullanmak olduğunu “Osmanlı Arşiv Belgeleri”nde görmekteyiz. Sultan II. Selim, 1574 yılında bir ferman yazdırarak Bosna Hersek’e yerleşen Çingenelerin vergiden muaf tutulduğunu, yaşam tarzlarına kimsenin karışmamasını ve kanunları çiğneyen Çingenelerin devlet tarafından tutuklanmasını ilan etti. ‘Chiribashi’ Ve devlete teslim edildi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Romanlar, Müslümanlar ve gayrimüslimler olarak iki gruba ayrıldı. Cizye Osmanlı’da sadece gayrimüslimlerden alınırken, Romanlarda bu ayrım görülmedi. Dünyanın tüm medeni halklarında çingene adı hırsızlık, cehalet ve uyuşturucuya yol açmıştır. İnsanlık tarihinde hiç kimse bu şekilde marjinalize edilmemiştir. Hitler’in 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere uyguladığı katliamlara Çingeneler de dahildir. Romanlar arasında tarihçi, yazar, siyasetçi olmadığı için kendi soykırım belgelerini oluşturamadılar. Vatansızlık bir tür görünmezlik yarattı. Faşist ülkeler daha sonra soykırıma uğrayan halklardan özür dilese de Romanlar görmezden gelindi.

Kentsel Dönüşüm ve Yeni Göç

Kentsel dönüşüm konusunda alınan kararları yerel yönetimler uygulamaktadır. Ne de olsa kendilerini halka ifade edecek örgütlerden yoksun olan çingeneler, beş bin yıllık kaderlerinin tekrarını bekliyor. Hayata geçirilen “kentsel dönüşüm projelerinin” asıl amacının “çingene mahallelerini” dağıtmak olduğu şüphe uyandırıyor. İstanbul’un Anadolu yakasındaki Küçükbakalköy’ün Çingene bölgesi yıkılınca, Dudullu, Ümraniye, Çamlıca, Almadağ, Sancaktepe gibi çeşitli yerlerde yaşayanlar yalnızlığa mahkûm ve mahrum bırakıldı. Avrupa yakasında ise Yahya Kemal mahallesinin yıkılmasından sonra Çorlu, Yalova gibi yerlerden göç edilmiş, Sulukul dramasında ise mülkün nasıl değiştirildiği açıkça görülmektedir.

Teorik olarak Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu gibi bir imparatorluk değildir. Cumhuriyet vatandaşları etnik ve dini yapılarına göre gruplandırılamaz ve gettolarda yaşamaya zorlanamaz. Her vatandaşın istediği yerde yaşama hakkı vardır. Ama yüzlerce yıldır dışlanan Romanların mahallelerinde kiralık olarak özgürce yaşama haklarının ellerinden alınması da insan haklarına tecavüzdür.

Çingene mahallelerinin dağıtılması, bu insanların yok edilmesiyle eşdeğerdir. İşbirliğinin ve geliştirdikleri toplu yaşam alanlarının sonu çingeneleri bir “suç makinesine” çevirecekti. Kendilerinden başka din ve etnik gruplar tarafından asimile edilmeleri engellenen o kahrolası uyumsuzlar için bir mutsuzluk kaynağı olacaktır.

Çözüm: sitenin kentsel dönüşümü

Daha medeni ve gelişmiş yaşam alanları yaratmak için Romanların kültürel gelişiminin önündeki engellerin eğitimin kazanılması ve düzenlenmesi yoluyla insan dönüşümünün yolu açılacaktır. Ermenileri ve Rumları evlerinden kovma, mallarına el koyma hatası asla tekrarlanmamalıdır. Nisan 1978’de Cenevre’de düzenlenen İkinci Dünya Roman Kongresi’nde moderatörlüğünü yapan ve aynı zamanda bir Roman olan Dr. zengin beyaz zenci ayrımı yapmaksızın herkese ilacımı ilmimi veririm, yüreğimi veririm… Dünyada insanca ve insanca bir hayat yaşamak istiyoruz.Örgütün kapısını araladık.gitmek istiyoruz. kapalılıkları geride bırakıp eski günahlarımızı unutalım.Güneş altında bir yer istiyoruz.Karanlık dünyamızda ışığa ve havaya hasret kaldık.Çocuklarımız iyilik yapsınlar, kültürümüzü bizden başka herkese ulaştırsınlar diye.

Kaynak: http://indigodergisi.com/2014/02/cingeneler-yemek-icmek-dans-ve-uyumak-icin-yaratilmis-bir-halk/

Gundem Haberleri

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

Yorum yapın