medyauzmani.com
Kökler biz dünyalıların en derin yaralarıdır. – Gündem Haberleri

Kökler biz dünyalıların en derin yaralarıdır.

Derler ki: Yara insanda derin bir yaradır.
Bu dünyadaki sonsuz hüzünlü yetimdir.

Yahya Kamal Bayatlı

İnsan varlığı yassı bir ağacın kökleri gibidir. Suyunu beslendiği toprağın coğrafyasına kök ve dallarından alır. Kimliğini o yerlerin parasıyla oluşturur; Aslında onun gülen ağzı ve yürek burkan feryadı, onun beden aldığı Dünyanın tecellileridir. temel yapı taşlarının oluşumu. Kimlik, inanç, gelenek ve kültür, yaşadığı iklimin özellikleridir.

Yurdunu terk edip köyden kente göç edenler, umutlarını taşıyıp başka ülkelerdeki mülteci yaşamlarına yelken açanlar, hiç bilmedikleri dünyalara “merhaba” derler ama geride bıraktıklarından da uzak dururlar. Bu yabancılaşma, kökünden sökmenin ilk adımıdır. Yaşadıkları, kendilerini yeni bir hayata, yeni bir dile, yeni bir yere alıştırma sürecidir. Sözlü kültürden öğrendiklerini yazılı kültüre bıraktı; Gelenek ve göreneklerin hor görüldüğü bir dünyada yaşıyorlar. Bölünmüş bir durumda, kendilerini ayakta tutmaya çalışırlar. Gelgitle birlikte dümenleri yeni arayışlara çevirirler. Arayışları, dalından koparılıp rüzgara savrulan bir yaprağın halini arıyor. Yönlendirilmezler ve diğer isimleri kalabalıkta kaybolur.

Beton ve asfaltın soğukluğunu iliklerine kadar hissediyorlar ve köksüz yaşıyorlar. Üşümeler yüreklerini ürpertir. Toprak kokusuna hasret, doğduğun yerden yüz çevirme, dokunduğuna hasret duyma halidir. Bir yere ait olmak isterken, bir yere ait olmamanın da etkisiyle adreslerini ararlar. Adresini bulamayınca içine kapanıyor; Kendileri gibi insanlara kalplerini açarlar.

Köksüz bir insanın bedeni olmadığını anlayınca hemşerilerinin dayanışmasına güvenerek kendi mahallelerini kurarlar. Köklerinden getirdikleri bilgi ve ahlakla kendilerini bir sonraki adıma hazırlarlar. Üç ayda bir sıçrama yapsalar da konumları geçicidir. Her hareketi köklerine duyulan bir özlemdir.

Ne kadar köklerine dönseler de farkında değiller; “İnsan yaşadığı yer gibidir / O yerin suyu, o yerin toprağı / Sularında balık yüzer / Toprağını iten çiçek / Dağlarının, tepelerinin dumanlı yamacı / Beyazlığı” Konya / Gaziantep Ovası…” mendillerinde kan sesleri olur. Kalplerinin derinliklerinde bozlaklar, atabeler, stranslar, uzun havalar varken, metalik sesler dünyalarını sarıyor. Annelerinin mutfağından uzaklaşırken, sofralarının vazgeçilmezi olan tarhana, yoğurt ve yulaf lapası yerini böreklere, mısır gevreğine ve fast food’a bırakıyor. Ve modern olacağız derken, birlikte büyüdükleri geniş ailelerin çekirdek ailelere evrildiğini, kendi küçük dünyalarının bir finans merkezine dönüştüğünü anlamıyorlar.

Her şeyin alınıp satıldığı ve metaya dönüştüğü bir dünyada; Hayata tutunmak için o kadar hızlı koşan yarış atlarına dönerler ki ruhsuz, duygusuz, canlı ölü olurlar. Soğukluklarını, yalnızlıklarını, açlıklarını çılgınca tüketimle gidermeye çalışıyorlar. Aslında tükettikleri için tükeniyorlar; Ama bunu bilmiyorlar.

Mutsuz, kendi kendine yardım kitaplarını ve psikologları can simidi gibi kucaklıyorlar. Ancak, bu özelleştirilmiş reçetelerin sorunlarını çözmeyeceğini de biliyorlar. Köksüzler, yurtsuzlar, asıl acıları sürgün edildikleri hayat.

Köklerini bulmak için “toprak insanı çağırır” sözünü dinler ve vatanlarına dönerler. Günlerinin sayılı olduğunu görünce, yaşlanmanın köklerinden uzaklaşmaya değmeyeceğini anlarlar. Çağın kendilerini derinden yaralayan hastalığının stres, çılgınca tüketim, uyum sağlama olmadığını biliyorlar; Köklerinden uzaklaşma halidir.

Muhammed Salman Oğlu ([email protected])

Gundem Haberleri

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

Yorum yapın